HDP’nin 5 ayı

hdp-logo

HDP’nin seçimlerde yaşadığı oy kaybı, seçim sonuçlarının en çok tartışılan noktalarından biri. Genel eğilim, HDP’nin “Kürt oylarını çantada keklik gördüğü”, yanısıra “PKK’nin yükselttiği savaşın HDP’ye zarar verdiği” başlıklarında yoğunlaşıyor.

Seçim sonuçlarının gerçek rakamlar olmadığını, AKP’nin seçim hileleriyle, bütün verilerin altüst olduğunu bir kez daha belirtelim. Bu nedenle, HDP’nin aldığı seçim yenilgisini rakamlar üzerinden konuşmayı doğru bulmuyoruz.

Ancak geçen 5 ay boyunca, HDP’nin hileyle kaybettiği oylardan daha ciddi bir sorun ortaya çıkmıştır. Bu süre içinde, HDP seçmeninin güven ve bağlılığı sarsılmıştır. Bu sarsılma, ortaya çıkan rakamlardan daha önemlidir ve üzerinde durulmalıdır.

HDP, Kürt hareketinin “Türkiyelileşme” hedefi ile siyaset sahnesine giren bir partidir. Asıl amacı, Türkiye’deki devrimci-demokrat kesimleri Kürt hareketinin çekim alanına dahil etmek, siyasal etkisini bu kesimler üzerinde arttırmaktır. Yanısıra, Kürt hareketinin parlamentoda gücünü büyütmek, Türkiye devrimci-demokrat hareketini de kendisine yedekleyebilmektir.

HDP, bu kuruluş amacı doğrultusunda çok hızlı biçimde yol aldı. Devrimci-demokrat parti ve grupların önemli bir kesimini çatısına ya da etki alanına almayı başardı. Dahası, en “boykotçu” devrimci yapıları bile, “parlamentodan yararlanmak” adına reformist mücadele ve siyaset çizgisine çekmede önemli adımlar attı.

Ancak bu süreç, Kürt hareketinin kendi içinde belli çatlaklar da oluşturdu. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında, bu çok daha somut biçimde gözler önüne serildi.

 

Birincisi; HDP ile Kürt halkının eylemi arasında bir mesafe oluştu. 7 Haziran öncesinde, Kürt hareketinin parlamento mücadelesi, Kürt kitle hareketinin bir parçası olarak yürütülüyordu. Militan bir kitle tabanına, direnişçi bir geleneğe sahip olan Kürt milletvekilleri, Kürt halkının eyleminin de parçasıydı. 7 Haziran sonrasında bu ilişkinin bozulması için bütün unsurlar devreye sokuldu.

Seçimler öncesinde saz çalan, Adalar’da gezen, “iyi çocuk Demirtaş” imajı oluşturulmuştu. Seçimlerden sonra, devlet Demirtaş’ın üzerinde adeta sopa salladı. Kürt halkına dönük saldırılara karşı militan açıklamalar ya da eylem çağrıları yapması engellendi. Kobane için 6-7 Ekim 2014 tarihinde Demirtaş’ın yaptığı çağrılar sonucunda kitlelerin sokaklara dökülmesi, sürekli olarak hatırlatıldı. Ve bu durum Demoklesin Kılıcı gibi başının üzerinde duran bir tehdit unsuruna dönüştürüldü.

HDP içindeki liberal burjuva kimlikli yeni milletvekilleri ve yeni kadrolar, bu basıncın önemli bir ayağını oluşturuyordu. Devletin dışarıdan tehditle yaptığı baskıyı, HDP içindeki burjuva aydınlar diplomasi ile sürdürdüler. HDP ve Demirtaş’ın militan eylemlerden uzak durması için tam bir kuşatma oluşturuldu.

Hem devletin hem HDP içindeki “Türkiyeli” burjuva aydınların bu basıncı, HDP’nin eylem ve mücadele çizgisinin 7 Haziran’dan itibaren hızla inişe geçmesine neden oldu. En önemli olaylarda bile, HDP’den beklenmeyecek derecede bir tavırsızlık, eylemsizlik ve hatta pasifizm gelişti. 5 ayda yaşanan eylemlere bakalım.

Bu sürecin başlangıç noktası belki de 5 Haziran Diyarbakır mitinginde patlayan bombaların ardından Demirtaş’ın, “hesabı sandıkta soracağız” açıklaması ile kitleleri yatıştırması oldu.

Seçim zaferi ortaya çıktığında “kutlama yapmayacağız” diyerek, Kürt halkının sokağa çıkması engellendi ve sevinci kursağında bırakıldı.

Suruç katliamına karşı tepki, cenazelerin kaldırılması ile sınırlandırıldı ve adeta Suruç gündemin gerisine itildi. Ve aslında, Suruç karşısında etkili bir karşı duruş geliştirilmediği için, Ankara mitingi de aynı şekilde bir katliamla durduruldu.

Üstelik Ankara katliamının ardından görkemli toplu cenaze törenleri yapılmadı, protesto mitingleri düzenlenmesi önerileri “yeni katliamlar olmasın” bahanesiyle geri çevrildi.

En büyük hata ise, Kürt halkına dönük vahşi saldırılar karşısında ortaya çıkan sessizlik oldu. Kürt il ve ilçelerinde “özel güvenlikli bölgeler” ve “sokağa çıkma yasağı” ilan edilerek doğrudan katliamlar gerçekleştirildi. Bölge halkı bu ağır saldırı ve vahşi teröre karşı militanca direnirken, HDP üç-beş basın açıklaması dışında somut bir tepki göstermedi. Partinin birkaç kadrosu canını dişine takarak halkın yanında olmaya çalışırken, HDP genel olarak duyarsız ve ilgisiz kaldı.

Cizre, bu saldırıların ve duyarsızlığın doruk noktasıydı. Buzdolabındaki cenazeler, 35 günlük bebeklerin katledilmesi gibi haberle ayyuka çıkmasına rağmen, 6 gün boyunca HDP harekete geçmedi. 6. günden itibaren başlattığı hareket ise, oldukça silik ve etkisizdi. HDP bu tutumunu “kitleleri sokağa dökseydik katliam olurdu” diye açıklamaya çalıştı. Ama birincisi, kitleler Kürdistan’da zaten katledilmekteydi; geri çekilmek katliamı durdurmaz, artırırdı, öyle de oldu. İkincisi, kitlelerin katılmadığı legal-meşru eylem biçimleri de yapılmadı. 80 milletvekiliyle Saray’ın önünde oturma eylemi gerçekleştirmek, Avrupa’dan Sınır Tanımayan Doktorlar başta olmak üzere kurumları harekete geçirmek vb. sayısız yöntem kullanabilirdi. Kanada’dan Japonya’ya kadar dünyanın dört bir yanında örgütlenmesi, pek çok emperyalist ülkede temsilciliği olan bir partinin, kendi halkına dönük saldırılar karşısında bu edilgenliği, herhangi bir bahaneyle örtülebilecek düzeyde değildi.

7 Haziran’dan itibaren, giderek derinleşen eylemsizlik, Kürt halkının HDP’ye karşı tepki geliştirmesine neden oldu. “Biz ölüyoruz, siz seçim peşindesiniz” söylemi, son aylarda Kürt halkının duygusunu özetleyen ifade oldu.

 

İkincisi; HDP’nin seçim öncesi vaatlerinden farklı bir tutum almasıydı. HDP’ye barajı aştıran unsur, “seni başkan yaptırmayacağız” söylemiydi. HDP’nin AKP karşıtı tutumu, kitlede büyük bir sempati oluşturmuştu. Ancak seçimlerin hemen arkasından, HDP seçim öncesindeki vaadine uygun biçimde AKP ile hükümet kurma girişiminde yer almayacağını söylerken, KCK’nin bunu tekzip etmesi bir kırılma yarattı. Bir süre sonra HDP’nin de AKP dahil olmak üzere koalisyona hazır olduğunu ifade etmesi, salt AKP karşıtlığıyla HDP’ye oy veren kesimi güvensizleştirdi.

HDP’ye dönük olarak bu konuda bir güvensizlik zaten vardı. Geçmişten buyana, AKP’nin sıkıştığı her noktada destek olması, “çözüm süreci”ni yürütme adına genel toplumsal mücadeleden uzak durması gibi unsurlar, kitlede HDP’ye dönük bir soru işareti yaratmıştı. Koalisyon konusundaki açıklamalar, bunu derinleştirdi.

Keza 7 Haziran öncesi HDP “çözüm süreci”ne dair hiçbir şey söylemezken, seçimlerin hemen ardından “nerede kalmıştık” diyerek, AKP’ye yeniden süreci başlatma çağrısı yaptı. Seçim çalışmaları boyunca Öcalan’ın ismini geçirmemeye özen gösterip, seçimlerden hemen sonra “Öcalan’a özgürlük” kampanyasına yeniden dönülmesi, HDP’nin de diğer düzen partileri gibi seçim öncesi ve sonrası farklı olduğu izlenimini yarattı.

AKP’nin seçim hükümetine bakan vermesi, bardağı taşıran damla oldu. Bütünüyle AKP’nin keyfiyetine uygun olarak kurulan hükümette, HDP’ye parti olarak hiç söz hakkı verilmemesine rağmen, hem de Kürt halkına dönük saldırılar doruğa çıkmışken, bakan olarak görev almayı kabul ettiler. Topu topu birkaç hafta sonra, bakanlar istifa etmek zorunda kaldı. İstifa için yapılan basın toplantısında, AB Bakanı Konca’nın sorulan bir soru üzerine “beni her gün memleketimden arıyor, bakanlığı sürdürdüğüm için lanetliyorlar” açıklaması, Kürt halkının “AKP hükümetinde bakanlık” sorununa nasıl baktığını göstermeye yetiyor.

Ancak HDP, buradan da gereken dersi çıkarmadı; 1 Kasım sonrasında koalisyon çalışmalarında yer alacağını, daha seçimler öncesinde duyurdu.

Bütün bunlar, HDP’nin kendisini devlete kanıtlama, onun nezdinde kabul görme çabasının bir parçasıydı. Oysa HDP, devlete karşı mücadelesiyle sempati toplayan, kitlelerin desteğini kazanan bir partiydi. Geldiği nokta, güvenilirliğinin ve vaatlerinin sorgulanmasına, seçmeniyle arasına mesafe girmesine neden oldu.

 

Üçüncüsü; PKK-KCK ile arasında çıkan çelişkiler oldu. 7 Haziran’dan itibaren, HDP’nin yaptığı birçok açıklama PKK tarafından tekzip edildi. “Emanet oylar” kavramının kullanılmasından “hükümette yer almayacağız” açıklamasına kadar pek çok sözü, PKK’nin itirazına ve sert eleştirilerine neden oldu.

En ciddi çelişki ise, Kürdistan’da yükselen savaş sırasında HDP’nin ısrarla ateşkes çağrısı yapması üzerine çıktı. PKK doğrudan “bugüne kadar neyi başardınız da bizden bunu talep ediyorsunuz” diye sordu. Bir süre sonra PKK “seçim nedeniyle” diyerek “ateşkes” ilan ettiğinde, “bize ateşkes çağrısı yapanlar, devleti neden zorlamıyorlar” diye bastırdı. Tabi PKK’ye ateşkes çağrısı yapanlar, devlete aynı biçimde ısrar edecek durumda değildiler.

Bu tablo, burjuva aydınların en fazla istismar ettiği konu oldu. Burjuva aydınlar, ısrarlı biçimde Kürt halkına dönük saldırılar ve yükselen savaş ortamında HDP’nin zarar gördüğünü, “barış” siyasetinin darbe aldığını söylediler. Bir de ilan edilen “özyönetim”i dillerine doladılar. Sanki devlet, KCK özyönetim ilan etmese saldırıya geçmeyecekmiş gibi, sanki PKK hiçbir saldırı yokken ateşkesi bozmuş gibi bir yanılsama yaratmaya çalıştılar.

Oysa HDP en büyük darbeyi, Kürdistan’a devlet saldırırken, etkili biçimde Kürt halkının yanında olamadığı için aldı. “Barış siyaseti” denilen şey, halk katledilirken seyretmek değildir! Onların gerçek vekili olmak, zor zamanlarında yanlarında olmayı gerektirir. Diğer burjuva partileri gibi sadece seçim zamanı hatırlayıp oy istemeye gitmek, Kürt vekilleri de kendi kitlesine yabancılaştırır ve bozar.

Egemenlerin istediği de budur. Burjuva aydınlar aracılığıyla HDP’yi eylemden uzak tutabilmek, hatta PKK’yi de bulunduğu mevziden daha geriye çekebilmek için vargüçleriyle yükleniyorlar. HDP’nin oy oranındaki düşüşü, KCK ve PKK’ye hatta Kürt halkının direnişçi tutumuna fatura ederek, tam bir düzen partisi haline getirmeye çalışıyorlar. Devletin katliamı karşısında hiçbir tavır geliştiremeyenler, Kürt halkının da bu katliama direnişsiz boyun eğmesini istiyor!

Bu onların sınıfsal karakterine ve devletçi aydın özelliklerine uygundur, dolayısıyla şaşırtıcı değildir. HDP içinde çöreklenen bu kesimin ideolojik-siyasi etkinliği kırılmadığı sürece, HDP ile direnen emekçi Kürt halkı arasında mesafenin açılması kaçınılmaz.

 

Sonuç olarak HDP 7 Haziran gününden itibaren etkisiz ve silik bir siyaset izlemiştir.

Sadece Kürt halkını değil, onu destekleyen Türkiyeli emekçileri de hayal kırıklığına uğratmıştır. AKP’nin 7 Haziran’dan bu yana izlediği saldırgan politikalara, keyfi dayatmalara karşı hiçbir tavır geliştirmemiş, aksine ya onun bir parçası olmuş ya da “etkisiz eleman” durumuna düşmüştür. 5 ay boyunca tam bir politikasızlık içinde sürüklenmiş, AKP’nin istediği her şeyi yapmasına seyirci kalmıştır. Öyle ki, Demirtaş, Kürt illerinde ağır baskı altında seçim çalışmalarının ve oy kullanma faaliyetinin engelleneceği ortaya çıktığında, “saraya sandık kursanız, gelip oyumuzu kullanacağız” açıklamasını yaptı.

Bu yanıyla burjuva anlamda bile bir muhalefet yapamadığını söylemek yanlış olmaz.

1 Kasım seçimlerinin bu şekilde sonuçlanmasında HDP’nin bu edilgen ve pasif tutumu belirleyici bir unsurdur.

HDP, oylarının neden düştüğü üzerinden değil, 5 aylık başarısızlığı üzerinden eleştirilmelidir. Ve burjuva aydınların değil, asıl dayandığı kitlenin çığlığına kulak vermelidir.

Bunlara da bakabilirsiniz

Kadıköy’de Maçoğlu için bildiri dağıtımı

Kadıköy Halk Dayanışması’nın Belediye Başkan Adayı Fatih Mehmet Maçoğlu’nun seçim kampanyasını, kendi materyallerimizle yürütmeye devam …

Kadıköy’de binlerce kişi Maçoğlu için yürüdü

Kadıköy Halk Dayanışması, 24 Mart Pazar günü Kadıköy’de halk yürüyüşü gerçekleştirdi. Yürüyüş öncesinde, saat 16’dan …

Defne’de oylar Hizam’a!

Hatay-Defne’de Hizam Hasırcı’nın seçim çalışmasını PDD imzalı materyaller ile yürütüyoruz. “Rantçı değil, halkçı belediyecilik için …