Zalimlerin, sömürücülerin , kanemicilerin üzerine YÜRÜYELİM!

Yine bir seçimin öngünündeyiz. AKP döneminde “demokrasi” ve “halkın iradesi” ne kadar çok katledildiyse, o kadar sık sandık kuruldu ve bu kavramlar o kadar değersizleştirildi.

Neredeyse her yıl yapılan seçimler, AKP’yi aklamanın, kurmaya çalıştığı rejimi meşrulaştırmanın aracı haline getirildi. Öyle ki halk, AKP kazanana kadar seçime gitmeye mahkum edildi.

Bunun son örneğini 31 Mart seçimlerinde yaşadık. Büyükşehirler başta olmak üzere birçok önemli belediyeyi kaybeden AKP, özellikle İstanbul’da kaybetmeyi hazmedemedi. İler-tutar yanı olmayan itirazlardan sonuç alamayınca, bir kez daha “seçim tekrarı” yoluna başvurdu.

Muhalefet partileri ise, “anayasaya aykırı” dedikleri her kararda olduğu gibi, AKP’nin bu keyfi tutumuna da ortak oldular. Seçimleri kazandıkları halde, bir dayatmaya daha boyun eğdiler.

Diğer yandan AKP’nin hile ve satın alma yoluyla bir seçimi daha kazanması işten değildir. Böyle bir durumda CHP, “halkın iradesi böyle tecelli etti” diyerek bir hileli seçime daha boyun eğecek mi? Ya da İmamoğlu’nun yeniden kazandığı durumda bile, itirazların sürmesi karşısında 31 Mart’taki gibi her şeyi kabullenecek mi?

Dahası, Kürt illerinde yapılan “kayyum” darbesi veya seçim tuzağı gibi hamlelere karşı herhangi bir hazırlığı var mı? Bunlara izin vermeyecek ve asla kabul etmeyecek bir duruş içine girecek mi?

Bu ve benzeri bir dolu soru ortadayken ve bunlara doyurucu tek bir yanıt dahi verilmezken, kitleler eskisinden daha fazla katılımla sandığa çağrılıyor.

Her şey seçim için! Her şey AKP’nin meşruluğu için! Her şey bu düzenin böyle sürmesi için!

Bırakalım devrimci, demokrat olmayı, kendisine saygısı olan kimse, bu oyunun bir parçası olmamalı! Sürekli yalan söylenen, kandırılan, aldatılan olmayı artık kabul etmemeli! Sadece AKP’ye değil, kendisini sürü gören muhalefet partilerine de bir ders vermeli!

Vermeli ki bu kısır döngü artık son bulsun!

* * *

Yalanda, riyada sınır yok! AKP’nin “joker”i Binali Yıldırım, “oylar çalındı” dedikten sonra, “böyle demek zorundaydım” diyecek kadar rahat… Gittiği her yerde “oralı” olduğunu söyleyecek kadar riyakar… İmamoğlu ile bir televizyon kanalında karşı karşıya gelmeyi bile “buna ben karar veremem” diyecek kadar da silik ve emirkulu…

AKP dönemi her alanda geriye gidiş, düşkünleşme, çap kaybı dönemi oldu. Ama en çok da burjuva politikacıları yönüyle bu durumu yaşıyoruz. Erdoğan başta olmak üzere Binali Yıldırım’dan Süleyman Soylu’ya, damat Berat Albayrak’a kadar, dönemin üst düzey politikacıları, en pervasız sözleri söyleyebiliyor, tehditler savurabiliyor, yalan-yanlış konuşabiliyor…

Kriz her geçen gün daha fazla insanın canını yaktığı halde, “en kötüsü geride kaldı” diyor mesela damat. Daha önce “Nisan Mart’tan, Mayıs Nisan’dan daha iyi olacak” demişti, her ay bir öncekinden daha kötü oldu. Konuştukça dövizi zıplattığı, hiç bir inandırıcılığı kalmadığı, hatta mizah konusu olduğu halde benzer açıklamalarını sürdürüyor.

Ayakları havada bu tür konuşmalar yaparken, Kevser Abdülkadiroğlu adlı yeni mezun bir genç öğretmen, “atanamayan öğretmenler” kervanına katılınca kendini asarak yaşamına son verdi. Tam da bayram arifesinde… Bayram da olsa ölüm, acı, gözyaşı düştü payımıza yine… İntihar eden gençleriyle, fabrikada yanan işçileriyle, bitmeyen trafik facialarıyla geçirdik bayramı…

Türkiye tarihinde görülmemiş bir oranda işsizlik yükselmiş durumda. Resmi rakamlarda bile 5 milyon civarında işsiz var. Bunların arasında gençlerin oranı daha fazla. Ve bu durum gençliği umutsuzluğa, bunalıma sürüklüyor.

Geçen ay Eyüp Dal adındaki bir genç, Antep-Şahinbey Belediyesi önünde kendini yakarak can verdi. Ve AKP’li belediye başkanı, bu gencin evinin mülk olduğunu söyleyerek aslında bir işe ihtiyacı olmadığını ima etti. Sanki bir ev sahibi olmak büyük bir zenginlik ve çalışmama gerekçesi olabilirmiş gibi…

Sonradan anlaşıldı ki, sözkonusu ev babasına aitmiş ve üniversite mezunu bu genç, abisinden para alarak Belediye’nin önüne gelmiş…

Benzer bir durumu, bir genç kadının “iş istiyorum, ama bulamıyorum” sözüne Erdoğan’ın verdiği karşılıkta gördük. Yani kocan çalışıyorsa ya da babanın evinde kalabiliyorsan, iş istemeye hakkın yok!

En temel hak olan çalışma istemine karşı hayırhah tutumu, kadına ve emekçiye bakışı, onların acılarıyla dalga geçişi görüyoruz her bir örnekte…

* * *

Bundan yaklaşık 200 yıl önce Fransa’nın Lyon şehrinde işçiler “ya çalışarak yaşamak, ya savaşarak ölmek” şiarıyla ayaklandı. Belediye binalarını ele geçirdiler, yeni bir hükümet kurmaya bile kalktılar. Ama öncüsüz ve örgütsüzdüler, sonunda yenilmeye mahkum oldular.

Bu duruma isyan eden bir Lyon işçisi; “Ne zaman işçilerin de bir öğretmeni olacak ve onlara nasıl savaşmaları gerektiğini öğretecek, kazandıkları durumlarda bile niye hala birer zavallı köle olarak yaşamak zorunda kaldıklarını anlatacak?” diye soruyordu büyük bir çaresizlik içinde…

Ve ancak on yıllar sonra böyle bir öğretiye, örgütlülüğe ve önderliğe kavuştuklarında, yeni bir devrimler çağını da başlattılar.

Bugün 21. yüzyılın başlarında, 200 yıl öncesini yaşıyor gibiyiz. Elde edilen kazanımların korunamadığı koşullarda, bu tür geriye gidişler kaçınılmaz. Ne var ki, tarihin ileriye akışı da durdurulamaz!

* * *

Lyon’da yenilen işçinin Paris’te ilk işçi devleti Komün’ü kurmak için “Yürüyelim” diye haykırdığı gibi, zalimlerin, sömürücülerin, kanemicilerin üzerine “yürümek”ten başka bir kurtuluş yok!

Gezi Direnişi’nin 6. yılındayız. Gezi, baskı ve zorbalık karşısında halkın itirazı ve isyanıydı. Zalimin zulmüne karşı bir yürüyüştü…

Yeniden Gezi ruhunu kuşanarak ayağa kalkma, sokağa çıkma zamanıdır.

YÜRÜYELİM!…

Bunlara da bakabilirsiniz

Limter-iş sendikası ve ESP’ye operasyon

9 Mart günü polis ESP, SGDF, ETHA çalışanları ile Limter-İş sendikası Genel Başkanı Kanber Saygılı’nın …

Gazi Direnişi 29. Yılında!

Gazi Direnişi’nin yıldönümünde “Gazi 12 Mart Platformu” 10 Mart 2024 tarihinde Gazi Cemevi’nde bir panel …

Bir “eylem adamı” Talat Sürer– 8 Mart 2020

“Her ölüm erken ölümdür” der şair. Bir yoldaşın ölümü ise hep erkendir. Hele ki, hayal ettiği …