Erdoğan, Demirtaş’a “terörist” diyor; HDP hala ciddi bir tepki göstermiyor

 

Erdoğan, Almanya’nın Hamburg kentinde düzenlenen G-20 zirvesinin ardından yaptığı basın toplantısında, bir gazetecinin “Demirtaş ve Kürt vekiller ne zaman hapisten çıkacak” sorusuna, “O söylediğiniz kişi bir terörist” diye karşılık verdi. Soru üzerine yüzünün şekli de değişen Erdoğan, adeta tüm öfkesini kustu: “Öyle bir terörist ki, benim Kürt kardeşlerimi sokağa döküp, ondan sonra sokağa döktüğü Kürt kardeşlerimi, 53 Kürt kardeşimi yine Kürtlere öldürten bir teröristtir.”

Ardından da herkesle dalga geçer gibi “Türkiye bir hukuk devletidir… Yargı onlarla ilgili karar verirse başımız üzerinedir” diyerek, hiç bir inandırıcılığı olmayan nakaratları yineledi.

Uluslararası bir toplantının ardından ve birçok yabancı yayın kuruluşunun önünde Erdoğan’ın sarfettiği bu sözler, Türkiye’de göstermelik de olsa “hukuk” diye bir şey kalmadığını, kendi yasalarını rahatça çiğneyen keyfi bir yönetim bulunduğunu bir kez daha ortaya serdi.

Öyle ki, “terörist” diye nitelediği kişi, bu düzenin yasalarına uygun şekilde kurulmuş, seçimlerine katılmış ve milyonlarca kişinin oylarıyla mecliste “üçüncü parti” konumuna gelmiş bir partinin genel başkanıydı. Daha düne kadar el sıkıştıkları, birçok konuda görüşüp anlaştıkları, “çözüm süreci”ni birlikte yürüttükleri bir siyasi liderdi.

Ama Erdoğan için, ne yasaların önemi var, ne de dün söylediklerinin… Bunun pek çok örneğini gördük. Fakat bu kez öyle bir ortamda ve öylesine patavatsızca konuştu ki, kendi kurmayları bile ne yapacaklarını şaşırdı. Bu sözlerin eğilip-bükülecek, düzeltilecek bir yanı da yoktu. Erdoğan, Almanya başta olmak üzere birçok ülke tarafından sıkıştırıldığı bir ortamda, beklemediği bir soruyla da karşılaşınca, dengesini iyice kaybedip içindekileri olduğu gibi dökmüştü. Ve dünya kamuoyu, onun nasıl bir diktatör olduğunu tüm çıplaklığı ile gördü.

 

Tepkiler yetersiz

Erdoğan’ın böylesine pervasız saldırısı karşısında ortaya koyulan tepkiler ne yazık ki, oldukça yetersiz kaldı. En başta HDP’nin çok hızlı bir şekilde ve sözkonusu saldırıya denk düşecek bir yanıt vermesi gerekiyordu. Oysa HDP’den uzunca bir süre bir açıklama bile gelmedi. Sadece HDP’ye oy verenler, internet üzerinden tepkilerini ifade ettiler. “DemirtaşBizleriz” tagı ile paylaşımlarda bulundular ve onbinlerce twitle dünya gündeminde birinci sıraya yerleştiler.

Ardından Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu Edirne F Tipi’nden gönderdiği mektup duyuldu. Demirtaş, “öncelikle şahsımda milyonların iradesine yaptığın hakareti aynen iade ederim” diyordu. Sonra da “bizimle ilgili yargı adı altında yürütülen sürecin yargı ile alakası olmadığını, kararın bizzat tarafından verildiğinin ispat külfetinden kurtardın bizi” diyerek, “şükranlarını sunuyor”du.

Demirtaş’ın bu tepkisini kamuoyu ile paylaşan HDP’li yetkililer, mektuptan sonra Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladılar. Ardından yaptıkları suç duyurusunda; “sözkonusu konuşma, düşmanca bir tavırla yapılmış ve müvekkil hakkında mesnetsiz iddialara yer verilmiştir; böylece müvekkil toplum içinde hedef haline getirilmeye çalışılmıştır” deniyor ve Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 125. maddesi ile cezalandırılması isteniyordu. Bu madde, ‘bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil ya da olgu isnat eden’ kişinin iki yıla kadar hapisle cezalandırılmasını öngörüyor. Ayrıca Erdoğan’ın ‘adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’ suçundan da yargılanması talep edildi. Bu da 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmasını gerektiriyor.

Elbette Erdoğan cumhurbaşkanı olarak kaldığı sürece, bu maddelerden yargılanması ve hüküm alması mümkün olmayacak. Esasında bunlardan çok daha ağır suçlarla itham ediliyor, fakat hiçbirinden henüz yargılanmadı. Günün birinde yargılanacağı korkusuyla anayasa dahil, birçok yasayı da değiştirdi. Ancak bu çabası, onun bir gün mutlaka yargılanacağı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Dahası, halkın ezici bir çoğunluğunun gözünde bu yargı çoktan verildi bile. Kitle gösterilerinde en gür atılan sloganın “hırsız, katil Erdoğan” olması, bunun en açık kanıtı değil midir?

Hal böyleyken, Demirtaş’ı “terörist” ve 6-8 Ekim olaylarında katledilen 53 kişinin sorumlusu ilan ediyor! Demirtaş, konuyla ilgili gönderdiği mektupta, bu iddiaya da yanıt veriyor. O dönemde görevde olan vali, komutan, emniyet müdürü, savcı ve hakimlerin, 15 Temmuz darbe girişimine iştirak ettiklerini belirttikten sonra; “bu kişilerin 6-8 Ekim katliam ve provokasyonlarında payları olup olmadığını soruşturmak yerine, bütün suçu benim üstüme yıkarak siyasi bir rakibinden intikam alma basitliğine düşüyor olman tam bir gaflettir” diyor.

Mesele, katliamda payı olanların “darbeci” olması değildir. Bugüne dek Kürt halkına karşı birçok katliam yapıldı. En son 7 Haziran seçimlerinden sonra aylarca süren faşist ablukada vahşice işlenen cinayet ve katliamlara tanık olduk. Bunların hepsinden AKP hükümeti doğrudan sorumludur. Bizzat Erdoğan, Amed serhildanı sırasında “kadın da, çocuk da olsa gereği yapılır” diyerek, katliam emrini vermişti. Esasında Erdoğan dahil, Türk egemen sınıfını temsil eden tüm yetkililer, Kürt halkı üzerinde baskı ve zulmü eksik etmediler. Şimdi suçu, 15 Temmuz sonrası FETÖ’cü olarak kodlanan Gülen Cemaati mensuplarına atmak, genel olarak devleti, özelde ise Erdoğan’ı aklamak olur.

 

HDP’nin artan etkisizliği

HDP kurulduğu günden bu yana, çok büyük hayaller yayan ve aynı oranda hayal kırıklıkları yaratan bir parti oldu. Öncesi bir yana 7 Haziran seçimlerinde yüzde 13’lük oy oranı ve 80 milletvekiliyle meclise girdiğinde, “demokratik devrim” çığlıkları atılıyordu. Oysa Türkiye, 7 Haziran sonrası en baskıcı dönemlerinden birini yaşadı. 20 Temmuz Suruç katliamı ile başlayan ve yaklaşık bir yıl süren Kürt illerindeki faşist ablukada, binlerce insan katledildi. Kürt halkı bir kez daha göçe zorlandı, evleri, mahalleleri yerle bir edildi. Şimdi Diyarbakır’ın Sur ilçesi başta olmak üzere Kürt illeri “yeniden inşa” adı altında AKP’nin yeni rant alanı oldu.

Kürt halkı böylesine büyük bir saldırı altındayken HDP, Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerini tanımayıp “tekrar seçim” dayatmasını kabul ederek, 1 Kasım seçimlerine hazırlanıyordu. Bununla da kalmadılar, Davutoğlu’nun “seçim hükümeti”ne bakan verdiler. Şimdi Demirtaş, Ahmet Şık’a yazdığı mektupta diyor ki, “Değerli Ahmet kardeşim; faşizmin bakanı olsaydın daha mı iyiydi? Tutuklusun işte, daha ne istiyorsun? Tadını çıkar…”

HDP’li vekillerin “faşizmin bakanı” olmasına (hem de o koşullarda) izin veren Demirtaş ve HDP yönetimi değil miydi? Bakanlık önerisinin reddettiği için Levet Tüzel’i “parti disiplinine uymadığı” gerekçesiyle eleştiren, sonrasında milletvekili aday listesine koymayan, yine HDP değil miydi? Bütün bunlar Demirtaş eşbaşkan olarak partiden birinci derecede sorumlu iken yaşandı. Şimdi Ahmet Şık’a espirili bir dille “faşizmin bakanı olsaydın daha mı iyi olurdu” diyerek, partinin sicilindeki bu lekeyi sileceğinizi mi sanıyorsunuz?

Demirtaş ve HDP’nin AKP’nin ekmeğine yağ süren bu tutumları, HDP’ye oy veren “Batılı seçmenlerde” değil sadece, Kürt halkında da büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Ayrıca Kürt kentleri yerle bir edilirken, HDP’nin doğru düzgün bir tavır koymamasına, adeta Kürt halkını kendi kaderiyle başbaşa bırakarak seçim politikalarına odaklanmasına duydukları kızgınlığı o dönem açıkça ifade ettiler. “Biz can derdindeyiz, onlar oy derdinde” dediler. Onun içindir ki, belediyelere kayyum atanmasına, vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına, ardından tutuklanmalarına, hatta Demirtaş gibi çok sevdikleri bir liderin tutuklanmasına bile, güçlü bir tepki ortaya koymadılar.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra HDP’nin varlığı giderek daha da etkisizleşti. Darbeden sonra meclisteki diğer partilerle “ortak metin”e imza atarak, AKP’yi güçlendiren bir tutum izledi. Ardından AKP’nin Yenikapı’da gerçekleştirdiği “birlik-beraberlik” mitingine, çağrılmadıkları için rahatsızlıklarını ifade ettiler. Yani çağrılsalardı, koşa koşa gideceklerdi. Şimdi ise, CHP’yi Yenikapı için “özeleştiri” vermeye çağırıyorlar. Sanki 15 Temmuz sonrası CHP’den farklı bir tutum almışlar gibi…

CHP, 15 Temmuz’dan bir hafta sonra Taksim’de miting kararı alınca, HDP de alel-acele Gazi Mahallesi’nde bir “buluşma” gerçekleştirdi. 15 Temmuz’a dair yaptıkları tek “bağımsız” eylem budur. Sonrasında Kürt illerinde etkisiz bazı mitingler yaptılar, orada da Öcalan üzerindeki tecridi önplana çıkardılar. Her yıl onbinlerce kişinin katıldığı 1 Eylül Barış mitingi bile, o yıl son derece sönük geçti. Yanısıra Kürt siyasetinin etkisinde bulunan KESK yönetimi, binlerce üyesi ihraç edilirken doğru-düzgün bir tavır ortaya koymadı; hatta başta Nuriye Gülmen’in eylemi olmak üzere, eylem yapanlara karşı da son derece duyarsız davrandı.

Ardından eşbaşkanlar dahil 12 milletvekilinin ve birçok belediye başkanının tutuklanması karşısında, ciddi bir karşı koyuş gerçekleşmedi. HDP’nin hayal kırıklığına uğrattığı başta Kürt halkı olmak üzere geniş kitleler, çağrılara rağbet etmedi. Böylece zayıf geçen bir-iki gösteri dışında, herhangi bir tepki gelişmedi. HDP’li vekillerden de gerek meclis içinde, gerekse dışında bir tavır ortaya konmadı. “Sine-i millete dönme” lafları kısa sürede bastırıldı. OHAL’le birlikte meclisin hükmü kalmadığı halde, mecliste kalmaya devam ettiler. Kaldıkları sürede de hiç bir varlık göstermediler.

Tutuklanan vekilleri için böylesine edilgen kaldıkları halde, CHP kendi vekili tutuklandığında “adalet yürüyüşü”nü başlatınca, “HDP’li vekiller tutuklanırken neredeydiniz, önce onun özeleştirisini verin” gibi iler-tutar yanı olmayan sözler sarfettiler. Oysa işin sahipleri direnişe geçmezse, kimse onun yerine direnmez ve destek diye bir şey sözkonusu olmaz. Başkalarını suçlamadan önce “sen ne yaptın” sorusuna doyurucu bir yanıt vermek gerekir. HDP bundan kaçtığı için, daha doğru ifade ile kendi durumunu bildiği için, sağa-sola saldırarak bu gerçeği örtbas etmeye çalışıyor.

“Adalet yürüyüşü” boyunca son derece tutarsız, birbiriyle çelişkili açıklamalar yaptılar, zikzaklı bir duruş sergilediler. İlk önce yürüyüşe destek vermeyi “Edirne’ye kadar yürünmesi” (Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu şehir) şartına bağladılar. Sonra Kandıra’da (Figen Yüksekdağ’ın hapsedildiği yer) Ahmet Türk, bazı milletvekilleri ve yeni eşbaşkanlarıyla yürüyüşe dahil oldular. Ardından yürüyüşün son durağı olan Maltepe’deki mitinge katılacaklarını açıkladılar, fakat İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu’ndaki temsilcileri, katılmayacaklarını duyurdu. Bir kez daha “CHP özeleştiri versin” lafları dolaşmaya başladı.

CHP’yi AKP’den çok daha fazla eleştiren, kimi zaman “faşist” diye niteleyen HDP, CHP’den neyin “özeleştiri”sini istiyor! Üstelik kendisinin bile yap(a)madığı eylemleri ve tavırları CHP’den bekleyerek…

CHP’nin niteliği, misyonu belli. Ona uygun bir politika izliyor. Ya HDP?

Sözümona bu şekilde CHP’yi sıkıştırmış, teşhir etmiş mi oluyor!?.. Gerçekte, kendinin ne kadar etkisiz bir duruma düştüğünü, CHP’den medet umar hale geldiğini farketmiyor mu?

 

Sonuç olarak

Son örneği, Erdoğan’ın genel başkanlarına “terörist” demesi ve 6-8 Ekim katliamının sorumlusu ilan etmesi karşısında yaşandı. Demirtaş’tan mektup gelene kadar bir açıklama bile yapmadılar. Sonrasında yaptıkları tek şey ise, “suç duyurusu” oldu.

Bu kadar haklı bir zeminde, ülke ve dünya kamuoyunun desteğini kesin alacakları bir konuda bile, son derece pasif kaldılar. Oysa böyle bir saldırı karşısında, tüm güçlerini seferber ederek yeri-göğü inletmeleri gerekirdi. Ama öyle olmadı, bir kez daha kendilerinden bir şeyler bekleyenleri  hüsrana uğrattılar.

AKP ve Erdoğan karşısında böylesine etkisiz-silik bir profil çizen HDP’nin, düzen içi muhalefeti bile yapamadığı ve kitlelere güven veremediği ortada değil mi?

Büyük umutlarla şişirilen HDP’nin geldiği nokta budur. Onun asıl başardığı şey, Türkiye devrimci hareketinin önemli bir kesimini parlamentarizme sürüklemek olmuştur. Kendisi de -önceki Kürt partilerinden farklı olarak- parlamentarizm batağına saplanmış; onu araç olmaktan çıkarıp amaçlaştırmıştır. Bu kadar yoğun saldırılar altında ve meclisin hiç bir hükmünün kalmadığı koşullarda bile, parlamentoda kalmaya kilitlenmiş, orada da dişe dokunur bir şey yapmamıştır. Eleştirdiği CHP’den farksız, kimi zaman onun bile gerisinde bir profil sergilemiştir.

Parlamentarizm batağına saplanan bir partinin, bırakalım devrimci bir mücadele yürütmesini, güçlü bir düzen-içi muhalefet bile yapamayacağı, tarihsel olarak da kanıtlanmış bir gerçektir. Şimdi HDP somutunda bir kez daha görüldü. Ama ne yazık ki, büyük acılar üzerinden ve birçok değer yitimi yaşanarak..

Bunlara da bakabilirsiniz

29 işçinin katledilmesi protesto edildi

İstanbul Gayrettepe’deki Masquerade Club’ta 2 Nisan’da çıkan yangında 29 işçi katledildi. Daha İliç’te yaşanan madenci …

Hak verilmez alınır ZAFER SOKAKTA KAZANILIR!

Türkiye, bir seçimi daha geride bıraktı. AKP’li yıllar seçimlerle geçti. Seçimlerin tek başına demokrasiyi geliştirmediği, …

Sosyalizmde yerel yönetimler

Günümüzde üç çeşit yerel yönetim anlayışından sözedilmektedir: Kıta Avrupası, Anglosakson ve Orta-Kuzey Avrupa yerel yönetim …